Bugünlerde Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursi ve İlmî Şahsiyeti isimli eserimizin ikinci cildi ile meşgulüm. 1918 yılında Osmanlı Devleti’nin Din İşleri Yüksek Kurulu görevini ifa eden Dar’ul-Hikmet’il-İslamiye’nin bir kararı gözüme ilişti. Bediüzzaman’ın da imzası bulunan bu karar, günümüz için de hem basına ve hem de hükümete tavsiyeler ihtiva ediyor. Neden derseniz?
Ülkemizde çok sayıda yazılı ve görsel basın mevcut. Her ikisinde de hemen hemen her gün heme genel ahlaka aykırı olan ve hem de Türkiye’nin % 99’nun resmî dini olan İslam’a hakaret ihtiva eden yazılar yahut fotoğraflar yayınlanıyor. RTÜK ne derece kontrol ediyor? Biraz şüpheli bir soru. İşin garip tarafı, bu tip yazıları yazanlar ve aykırı fotoğrafları yayınlayanlar, din konusu gündeme gelince hemen Ben de Müslümanım sözünü herkesten evvel telaffuz ediyorlar. Hele hayatında İslama hakaret yazıları yazan insanlar vefat edip de cenazesi kılınması gündeme gelince, cami ve mescidlerin önüne dindar Müslümanlardan evvel geliyorlar. Bu konularda ben bir şey söylemeyeceğim. 1918 yılında Dar’ul-Hikmet’il-İslamiye’nin aldığı bir karara dikkat çekecek ve belki hem basın ve hem de hükümet ibret alır diye buy tarihî belgeyi sizlere takdim edeceğim.
Belgenin tartıştığı konular şöyle:
· Bir kısım gazetelerde ve mesela Abdullah Cevdet’in çıkardığı İçtihad Gazetesinde genel ahlaka aykırı yazılar, hiçbir dayanağı ve münasebeti bulunmadan yayınlanmaktadır.
· Özellikle İslam Dinini tahkir eden kasıtlı yazılar bulunmaktadır.
· Bu yazıları yazanların hangi millet ve dine mensup oldukları halk taraından açık bir şekilde bilinmemektedir.
· Kasıtlı olarak İslam Dinine hakaret için kaleme alınan bu yazıların Ceza Kanunu tarafından açıkça yasaklandığı ve hatta cezalandırıldıkları bilinmektedir.
· Mevcut dinlerden hangisine mensup oldukları bilinmeyen bu insanlar, vatandaş olarak Osmanlı Devletinin hukuk sistemine tabiler ise, hangi mezhepten ve dinden oldukları belirlenmeli; evlenme ve nüfus cüzdanına kayıt gibi konularda ona göre muamele yapılmalıdır.
· Konunun Şeyhülislamlık tarafından takip edilerek gerekenin yapılması gerekmektedir.
Bediüzzaman’ın da imzası bulunan bu karara şu andaki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de acil ihtiyacı olduğuna ve bu tür kimliksiz ve şahsiyetsizlerin tesbit edilerek kimin hangi milletten ise ona göre muamele edilmesi gerektiğine biz de gönülden inanıyoruz.
Burada Bediüzzaman’ın katıldığı oturumlara ait Karar Defterinden bir sayfayı buraya alacak ve günümüz de ilgilendiren 14 numaralı kararı aynen transkribe edeceğiz:
Resâil-i Mevkuteden bazılarında ez-an cümle İctihâd Gazetesinde umumi ahlakı hiçbir mevzua müstenid olmayan ve münhasıran Din-i İslamı veya erkân-ı zaruriyesini tezyif gayesi gözedilerek yazılmış bulunan bazı fıkralara tesâdüf edilmekte olduğundan, hangi millet ve dine mensub ve sâlik oldukları anlaşılamayan bu kabil kimselerin neşriyât-ı vâkı’ası doğrudan doğruya Devletin din-i resmîsi olan İslam’a hakaret manasını tazammun ettiği cihetle, haklarında Kanun-ı Ceza ile mü’eyyed olan ahkâmın tatbiki ve bir de bu gibi neşriyât ile edyân-ı mer’iyyeden hiç birine mensub olmadıklarını meydana komayan bu kimselerde şayet memleketin hukuk-ı medeniyesi varsa mezheblerinin tayini ve ol suretde mu’âmelâtda bulunulub münâkehât ve sairede esas olan Nüfus Tezkire-i Osmaniyelerinde de ona göre tashîhât ve ta’dîlât icrâsı içün merci-i âdiyyetinin nazar-ı dikkatlere celb edilmesi münasib olduğu takdirde Makam-ı Meşîhat-ı Ulyâya tezkire tahririne karar verildi.
9 Kânunuevvel 1334.